Torino Ulusal Sinema Müzesi, sinema tarihinden başlayarak sinema ile ilgili eserleri, araç ve gereçleri barındıran ve dünyada çok özel bir konuma sahip olan bir müzedir. Torino’nun anıtsal yapılarından olan Mole Antonelliana binası içerisindeki müze gerek barındırdığı sinema tarihi ile ilgili bilgi, belge, arşivleri, gerekse bilimsel ve eğitsel faaliyetlerinin çeşitliliği ile Avrupa’da benzeri olmayan bir müzedir. Dünyada çok da fazla olmayan sinema müzeleri kategorisinde Torino Ulusal Sinema Müzesi önemli bir yerde durmaktadır.
Torino gezilecek yerler, müzeler ve tarihi yerler arasında özellikle müzenin ve sergilerinin daimi olarak gezilebileceği Mole Antonelliana binası da kesinlikle görülmelidir, zira Torino kentinin simgesi Mole Antonelliana binasıdır. Çatısından 360 derece Torino’nun seyredilebileceği binanın içi ise adeta bir sinema mabedi olup, sanat ve sinemaseverlerin kesinlikle görmesi gereken birçok antika veya tarihi sinema koleksiyonuyla doludur. Hemen hemen yer yaşa hitap eden Torino Ulusal Sinema Müzesi’nin neden Roma veya Venedik gibi bir kentte değil de Torino kenti içinde olması şaşılacak bir şeydir.
Roma’da bulunan Cinecitta stüdyoları ve İtalya’nın en önemli film festivaline ev sahipliği yapan Venedik yerine, İtalya Ulusal Sinema Müzesi’nin Torino’da kurulmasının arkasında kendisini sinema tarihi ve arşivlerine adayan koleksiyoncu Maria Adriana Prolo vardır. Sinema tarihi ile ilgili çok detaylı ve geniş bir arşive sahip olan müzenin içindeki araç, gereç ve eserler ise çok daha şaşırtıcı olmakla birlikte sinema hakkında yanlış bilinen birçok gerçeği de gün yüzüne çıkartmaktadır.
Torino Ulusal Sinema Müzesi Fotoğrafları İçin Tıklayınız
Torino Ulusal Sinema Müzesi Ziyaretçi ve Giriş Ücreti Bilgileri 2024
İçinde modern bir sinemanın ve çeşitli sergilerin bulunduğu müzeye giriş Salı hariç haftanın her günü 09:00 ile 19:00 saatleri arasında yapılmaktadır. Son giriş her ne kadar kapanıştan bir saat önce yapılıyor olsa da müzeyi baştanbaşa gezmek tahmini olarak 3-4 saatinizi alacaktır. Eğer sadece müze bileti almak isterseniz 15 Euro vermelisiniz. Ancak müzeyi gezerken panoramik tur için asansöre de binmek isterseniz içeride bir 9 Euro daha vermelisiniz. Her ikisi için ise gişedeki fiyat da 20 Euro’dur, bunu da belirtelim. Beş yaşından küçük çocuklara ise tüm aktiviteler ücretsizdir.
Bununla birlikte müzeyi gezmenin en az üç-dört saatinizi alacaktır demiştik. Eğer asansör ile tarihi binanın çatısına çıkıp panoramik olarak Torino’yu görmek veya fotoğraf çekmek isterseniz bu süreye minimum 30 dakika daha eklemenizi tavsiye ederiz. Eğer sinemaya meraklıysanız bu eşsiz arşivi keşfetmek için bütün bir gün bile yetmeyecektir, bilesiniz.
Torino Ulusal Sinema Müzesi Eserleri
Torino Ulusal Sinema Müzesi içindeki eserler sinema tarihinin ilk başından beri kullanılan orijinal eserleri ve aletleri kapsamaktadır. Günümüzde bir kısmına online olarak da erişilen büyük bir koleksiyona sahip olan Torino Ulusal Sinema Müzesi içerisinde toplamda 2.000.000’a yakın çeşitli eserler, belgeler, filmler ve kitaplar bulunmaktadır. Bunlar aşağıdaki gibi kategorize edilebilir:
– 1.000.000 fotoğraf
– 535.000 afiş ve reklam malzemesi
– 104.000 süreli yayın
– Film formatında 30.000 film
– Diğer formatlarda 41.000 film
– 46.500 kitap
– 15.000 arşiv belgesi ve dosyası
–10.000 sanat objesi ve baskı
– 9.500 ekipman
– 6.000 film hatırası
– 3.000 kayıt
Müzede dünya sinema tarihine damga vurmuş önemli yapımların sahneleri orijinal olarak tekrar kurulmuştur. Hatta yine dünyaca önemli filmlerde kullanılan eşyalar veya modeller de bulunmaktadır. Alien filmindeki yaratık buna güzel bir örnektir.
Torino Ulusal Sinema Müzesi içinde büyük ana mekânda sarmal bir rampa üzerine müze içerikleri yerleştirilmiştir. Alt katlarda dünya sinema tarihi sürecinde kullanılan orijinal aletler, sinema gereçleri, afişler bulunmakta. Diğer katlarda ise yine önemli film ve yapımların ufak sahneleri ve ekranlarda bu filmlerin önemli sahneleri ile posterleri ve bilgileri mevcuttur.
Torino Ulusal Sinema Müzesi Kütüphanesi ve Ses Arşivleri
Ulusal Sinema Müzesi içerisinde herkesin faydalanabileceği büyük bir ses arşivi ve kütüphane de bulunmaktadır. Ses koleksiyonunda dünyaca tanınmış aktrislerin sesleri, söyledikleri şarkıları duymak mümkün olmaktadır. Sinema Müzesi içindeki video arşivleri de Hollywood filmlerinde dünyaca ünlü filmlere kadar binlerce örnek teşkil etmektedir ve bu filmler halka açıktır. Tüm bu filmler sessiz sinema döneminden günümüze kadar uzayıp giden ve ilk sinema filmi denemelerini kapsamaktadır.
Sinema Tarihi Hakkında
Torino Ulusal Sinema Müzesi eserleri ve müzenin bulunduğu tarihi Mole Antonelliana binası tarihçesine geçmeden önce ‘yedinci sanat’ olarak anılan sinemanın tarihine kısaca bir göz atmakta fayda bulunmaktadır. Sinema fikrinin dayandığı temel esas şudur: retina izlenimi veya ağ tabaka izlenimidir. Buna göre retina, insan gözünün önündeki bir nesneyi, göz önünden kaybolsa bile saniyenin onda birine eşit bir sürede görmeye devam etmektedir. Zaten sinema gösterilerinde de beyaz perdedeki yansımalar saniyede 24 kareye denk gelmektedir.
Sinemanın Arkeolojisi veya Sinemanın Tarihi
Sinemanın tarihini gözlem yapabilen ilk insan atalarının prehistorya döneminde mağara duvarlarına çizdiği hayvan resimleri ile başlatmış olsak pek de yanlış yapmayız diye düşünüyoruz. Öyle ki ilk başlardaki tek renk olan mağara hayvan resimleri daha sonrasında gelişerek birkaç renk ile tasvir edilmiştir. Bu hayvan resimlerine ayaklar da çizilmiş ve bazı hayvanlar (bizon, geyik vs.) dört bacaklı çizilmişken bazı hayvanlar da adeta hareketli olduğunu anlatmak için sekiz bacaklı çizilmiştir. Bu aslında sinemanın tarihçesine yapılan ilk gözlemdir. Öyle ki Platon ‘Devlet’ isimli yapıtında karanlık bir mağaradaki insanların arkalarından gelen ışığın etkisiyle karşı duvardaki kendi hareketli gölgeleri gördüğünü yazmıştır. Bu aslında sinema tekniğinin neredeyse yazılı ilk teknik bilgisidir.
Çinliler M.Ö. 11.yy’da duvarlara gölgeler yansıtmış, Japonlar ise aynı yüzyıllarda çeşitli törenlerde aynalar kullanmıştır. M.S. 11.yy’da ise Fransa Bayeux Müzesi’nde ise 70 metrelik ‘Kraliçe Mathilde Halısı’nda Normanların İngiltere işgali adeta bir çizgi roman biçiminde tasviri bulunmaktadır. Günümüzdeki sinemanın atası ise hepimizin yakından bildiği Hacivat ile Karagöz gölge oyunu prensibi olan Çinlilerden dünyaya yayılan gölge oyunudur. Bu gölge oyunları ise 17.yy’da Avrupa’da iyice yaygınlaşacaktır. Öyle ki 1880 yılında ressam Henri Riviere, Paris’teki bir kafede (Le Chat Noir) ışığı ve renkleri kullanan toplumsal eleştiri temelli gösteriler yapacak ve gölge oyunu bundan sonra eskisi gibi revaçta kalamayacaktır.
Karanlık Oda
Sinema fikrine doğru yol alan ilk buluş karanlık oda olarak adlandırılan buluştur. Buna göre her tarafı kapalı olan bir kutuya ufak bir delik açılır ve kutu dışındaki ışık, kutu içindeki bir çepere çarparak karşısındaki çepere ters bir şekilde yansır, böylece ters bir görüntü elde edilir. Bu konudaki ilk araştırmaları İtalyan Leon Battista Alberti yapar ve sonuçları Leonardo da Vinci’ye iletir. Ancak tam anlamıyla detaylı bir şekilde Giovanni Battista Alberti (1535-1615) bunu Magia Naturalis isimli kitabında yazar. Giovanni karanlık kutunun boyutunu oda boyutuna taşır ve karanlık bir odada perdeye yansıtılmış çeşitli sahneleri dönemin soylu kişilerine gösterir. Gündüzleri güneş ışığı geceleri ise meşale veya büyülü fener kullanılacaktır.
17.yy’da saydam bir nesne üzerine yapılan bir resmi duvara çeşitli merceklerle ilk yansıtan kişi Alman rahip ve araştırmacı Athanasius Kircher’dir ve bu aletin tanıtımını Roma’da yapar. Aynı alete çok benzer bir başka aleti Fransız rahip Claude François Milliet des Chales de denemekte ve aletin adını da ‘mum ışığını yansıtan parabolik bir ayna’ olarak zikreder.
Fizikçi olan ve Robertson adıyla tanınan Ecienne-Gaspard Robert (1763-1837), büyülü feneri biraz daha geliştirerek korkutucu sahne şovları yapmaya başlar. Büyülü feneri lastik bir tekerlek üzerine yerleştirerek ilk hareketli(!) görüntüleri oluşturmaya başlar ve gösterisine ‘Fantasmagorie’ adını verir. Tekerlek üzerinde hareketli fener merceğe yaklaştırılıp uzaklaştırıldığında ve aynı esnada ışık kaynağı yoğunlaştırıldığında veya tam tersi olduğunda resimler hareketli bir izlenim bırakmaktadır. Tüm bu gösteriyi perdede izleyen izleyici de doğal olarak etkilenmektedir.
Tomatrop (Taumatrop)
Robertson’un bu başarısı sonrasında İngiliz Doktor John Ayrton (1785-1856) Tomatrop denilen bir alet geliştirir. Bu, hepimizin bildiği bir daire biçimindeki kartonun bir tarafına bir kuş, diğer tarafına çizilmiş bir kafesten ibarettir. Daire hızlıca döndürüldüğünde kuş kafesin içindeymiş gibi bir yanılsama yaratır.
Fenakististop veya Fantaskop
Belçikalı Fizikçi Joseph-Antoine Ferdinand, Fenakististop denilen cihazı keşfetmiş ve Tomatrop’u bir basamak daha ileri götürmüştür. Fenakististop, örneğin ip atlayan bir adamın hareketlerinin çizildiği daire şeklinde ortası delik bir aletten oluşmaktadır. Daire bir ayna karşısında hızlıca döndürüldüğünde ve bir delikten bakıldığında çizimler üst üste gelir ve ip atlayan adamın canlıymış gibi hareket etmesi yanılsamasına veya ilkesine dayanır. Aslında retina üzerine düşen görüntüler birbirine eklenmiş ve böylece hareket izlenimi veya yanılsaması ortaya çıkmıştır.
Fenakististop sonrasında aynı yıllarda Avusturyalı matematikçi, araştırmacı bir mucit olan Simon Ritter von Stampfer, stroboskop isminde, İngiliz matematikçi William George Horner ise Zoetrop isimli aletler yapmıştır. Bu aletlerin ortak noktası dönen bir daireye çizilmiş 16 adet resmin hızlı döndürülerek aynı anda bir delikten veya kesitten bakıldığında çizimlerin hareket ediyor gibi görünmesi prensibidir.
Panorama ve Diorama
1700’lü yılların sonunda İskoç ressam Robert Barker, silindir biçimli büyük bir ortamın iç kısmına her yanı kapsayan bir resim yapmıştır. Resmin konusu Edinburgh’un kuşbakışı görüntüsüdür. Resme bakanlar, resmin kendilerini kuşattığı izlenimi edindikleri için etkileyicidir ve bu tür çalışmaya 1791 yılında Barker tarafından Panorama ismi verilir. Örneğin bu resimlerden birinin çapı 86 metredir. Fotoğrafın babası sayılan Daguerre ise, boyu 20 eni 10 metreyi bulan yarı saydam olan ve değişik ışık koşullarında değişen tablolar yaparak, Diorama’yı keşfetmiş oldu. Aynı tablo, gündüz ve gece olabiliyor, daire biçiminde oturan izleyiciler de bu değişik görüntülere hayret ediyordu.
Fotoğrafın Bulunması
İki Fransız Jacques Mande Daguerre (1787-1851) ve Joseph-Nicephore Niepce (1765-1833) fotoğrafı bulmuştur. Gümüş nitrat kullanılarak ışığa duyarlı hale getirilen bakır levhalar, uzun süre pozlanarak cıva buharına tutulup geliştirilmesi ile fotoğrafik görüntü elde edilir. Ortaya çıkan görüntüye de Dagerreyotip, yapılan işleme de Dagerreyotipi denilecektir ve levha üzerindeki görüntü gerçektir. Bu buluş 1839 yılında Fransız Bilimler Akademisi’nde tanıtılır ve artık sinemaya giden yol tam anlamıyla açılmış olur. Ancak iki engel daha vardır. İlki pozlama süresinin kısaltılması, ikincisi ise fotoğraf filminin bulunmasıdır.
İlk çekilen fotoğrafın pozlama süresi on dört saat olmasına rağmen, 1839 yılında pozlama süresi yarım saate, bir yıl sonra ise yirmi dakikaya inmiştir, ancak yine de uzun sürelerdir. 1850’li yılların başında ıslak levha yerine kuru levha kullanılması pozlama süresini saniyenin dörtte birine kadar indirmiştir. Fotoğraf filmi ise 19.yy’ın sonlarında George Eastman tarafından bulunacak ve ilk olarak Kodak ismiyle piyasadaki yerini alacaktır. Kodak fotoğraf filmi ile 100 adet fotoğraf çekebiliyor, ancak fotoğrafların görünür hale getirilmesi için makinenin fabrikaya gönderilmesi gerekiyordu.
Fotoğrafın bulunması ilk olarak canlıların hareketlerinin çözümlenmesi konusunu ortaya çıkartmıştır. Bu anlamda birçok deney yapılmış olsa da Edward Muybridge, uzun bir süreçte bu sorunu çözmeyi başarmıştır. Tanıştığı Leland Stanford’un at çiftliğinde koşan bir atın ayaklarının dördünün de yerden kesilip kesilmediği ondan fazla fotoğraf makinesi ile gözlemlemiştir. Bir cinayete de karışan Muybridge, deneylerine bir süre cezaevinde olduğundan ara vermiş, ancak çıktıktan sonra sonuca ulaşmıştır: koşan atın ayakları yerden kesilmektedir, bu fotoğrafçılıkta çığır açmıştır ve sinemanın ilkel halini de tanımlamaktadır. Sonrasında gezegenlerin ve kuşların fotoğrafları saniyede 12 kare olmak üzere çekilmiştir.
Optik Tiyatro ve Praksinoskop
Emile Reynaud (1844-1918), Fenakististop’un biraz geliştirerek resimleri bir prizma biçimindeki aynalardan yansıtmayı başarmıştır. Böylece çizgi film makinesi de denilen Praksinoskop’u bulmuştur. Resimlerin olduğu daire haline getirilmiş şerit kâğıtlar hareket ettikçe prizmalara yansıyan görüntü hareket ediyormuş gibi yanılsama oluşturmuş ve bu alete daha sonra bir ışık kaynağı da ekleyerek bunu bir perde veya duvara yansıtmıştır. Reynaud bu çizimleri kenarları delikli bir şerit üzerine çizmiştir. Böylece sinemanın kullanmış olduğu delikli filmin de ilk kullanıcısıdır. Bu gösteriler toplamda en fazla 10 dakika kadar sürmekte ve ayrıca bir de canlı müzik eşlik etmektedir. Böylece Lumiere Kardeşler’in yolu açılır. Artık dünyaya sinema hâkim olacaktır. Ancak son bir buluş daha gerekecektir.
Thomas Edison ve Kinetograph (Kinetoskop – Kinetoscope)
1888 yılında Muybridge ile tanışan Thomas Edison, hareketin birleştirilmesi konusunda çalışmalar yapmış ve 1889 yılı sonlarında filmin iki kenarına açılmış deliklere giren ve el ile filmi ilerleten bir cihaz tasarlamıştır. 1891 yılında cihaza Kinetoskop (gösterici) ile Kinetograf (alıcı veya film) isimlerini vermiş ve patentini almıştır. 35 mm’lik film ve cihaz birbirine uygun olup saniyede 40 kadar görüntüyü 15 metrelik film ile 20 saniyede göstermekteydi. 1893 yılında ise seri üretimi yapılan cihaz artık elektrikli bir motora sahiptir ve el ile döndürülmesine gerek yoktur. Bu cihazlar ufak bir delikten tek göz ile hareketli film şeridine bakmaktan ibaret olan kutular halindedir.
Stüdyoda Çekilen İlk Film
Türkçe kaynakların aksine stüdyoda çekilen ilk film, 1892 yılında Dickson’un ‘Black Maria’ isimli stüdyosunda çekilen Fred Ott’s Sneeze (Fred Ott’un Hapşırması) isimli filmdir. Filmde oynayan kişi Edison’un laboratuvarında çalışan bir kişi olmakla birlikte filmde sadece hapşırıyordu.
Dünya Sinema tarihinde Lumiere Kardeşler Sinematograf’ı bulmuş olsalar da kimisine göre bu buluş Edison ve Max Skladanowsky’e aittir. Auguste Lumiere (1862-1954) ile Louis Lumiere ( 1864-1948) ilk sinema gösterisini birlikte yapmışlardır ama sinematografı bulan Louis Lumiere’dir. Fotoğrafçı baba Lumiere, Edison’un tasarladığı Kinetoskop’lardan birini satın alır ve Louis Lumiere de cihazdaki görüntüyü bir perdeye yansıtmanın yolunu düşünür.
Sinemanın Babası Lumiere Kardeşler
1894 yılında Louis’nin tasarladığı Sinematograf bir optik uzmanına yaptırılır. Bu Sinematograf hem alıcı hem de gösterici işlevi görmektedir ve perdeye görüntüleri en hızlı ve gerçeğe yakın şekilde yansıtmaktadır. İlk cihazda film saniyede 15 kare akıtırken, 1920 yıllarına kadar 16, sonraları 18 ve nihayet sesli filmlerde 24 kare olacak şekilde tasarlanacaktır.
Lumiere Kardeşler, buluşlarının patentini 13 Şubat 1895 yılında alırlar ve bir ay sonra ilk gösterimlerini 22 Mart 1895 yılında Paris’te yaparlar. Ancak halka açık ilk gösteri 28 Aralık 1895 tarihinde bir bilardo salonu olarak kullanılan Salon des lndiens’te yapılır. İlk halka açık gösteride 10 film oynatılmıştır. Gösteride 35 kişi, 1 Frank karşılığında giriş şansı bulmuştur. 1896 yılında ise Lumiere Kardeşler’in görevlendirdiği Promio, İstanbul’da ilk dış çekimleri yapar. Bu filmlerin isimleri Haliç Panoraması, Boğaziçi Kıyılarının Panoraması, Türk Topçusu, Türk Piyadesinin Geçit Töreni’dir.
Bir anda yaygınlaşan Sinematograf değişik ülkelerde de görülür. Tarihteki ilk belgesel ise 14 Mayıs 1896 yılında Rus Çarı II. Nikola’nın tahta çıkış törenidir. İlk kaza filmi ise bu tarihten iki gün sonra çarın halkı selamlaması sırasında çöken tribünün filmidir. Ancak polis görüntülere el koyar. İlk sesli film 1900 yılında Paris’te Exposition Universelle isimli sergide gösterilir. Film perdede oynatılırken bir gramofon yardımı ile sesler izleyici ile buluşur.
İlk Konulu veya Anlatım Bütünlüğü Olan Film
Georges Melies (1868-1938) ise ilk öykülü filmi dünyaya tanıtan kişidir. Melies aynı zamanda Avrupa’nın ilk büyük stüdyosunu da kurmuştur. Melies ayrıca sinemada ilk büyük görüntü hilesini de yapmıştır. Alıcıyı durdurduğunda objektifin baktığı yerdeki kadının yerine adam geçirmekte ve alıcıyı tekrar başlatmaktadır. İzlerken kadın aniden anlaşılamaz bir biçimde adam olmaktadır. Bu hileyi de ilk olarak Escamotage d’Une Dame Chez Robert Houdin’de (Robert Houdin’de Bir Kadının Yok Oluşu, 1896) isimli filmde kullanmıştır.
Melies, çeşitli sahneleri peş peşe sıralayarak yani anlatım bütünlüğünü sağladığı ilk filmi ise Jules Verne’den esinlendiği Le Voyage Dans la Lune (Ay’a Seyahat, 1902 ) filmidir. 10.000 Frank’ın harcandığı 14 dakikalık filmde yönetmenin kendisi de oynamıştır ve bilim kurgu türü filmlerinin ilk örneği sayılmaktadır. Melies böylece sinemayı, fotoğrafın uzantısı olmaktan kurtarmış ve ilk kostüm, ilk cast gibi dallara da babalık yapmıştır. Kısaca Lumiere Kardeşler sinemanın bilim insanları sayılırken, Melies daha çok sanatsal tavrıyla sinemaya yaklaşmıştır. İlk çizgi filmi ise Emile Cohl (Emile Courtet, 1857-1938) 1908 yılında yapmıştır.
Artık sinema tüm dünyada gittikçe gelişen bir sektör haline gelecek ve bilim ile başlayan bu yolculuk eğlence olarak devam edecektir. Ancak hiç şüphesiz ki bugün senaristlerin ya da yönetmenlerin filmlerde bizlere aktardıkları ve o yıllarda sadece hayal olan kavramlar, cihazlar yıllar sonra da bizlere yardımcı olacaktır. Sinema arkeolojisi veya sinema tarihi ile ilgili daha detaylı bilgiler için 2012 yılında vefat eden değerli üstat Rekin Teksoy’un kaynakçada belirtilen kitabını okuyabilirler.
Sinema Müzesi Mole Antonelliana Binası ve Tarihçesi
Torino şehrinin mimari bir dönüm noktası olan bina, Torino Belediyesi tarafından satın alınmadan önce bir sinagog olarak tasarlanmış ve yapılmaya başlanmıştır. Mimar Alessandro Antonelli tarafından 1843 yılında sinagog olarak tasarlanmaya başlanan bina, ‘düşey bir rüya’ olarak tanımlanmış ve tasarımın yüksekliği 47 metreden 113 metreye yükseltilmiştir. 1863’te projelendirilerek yapımına başlanmış, 1869 yılında mali problemlerden dolayı inşaata ara verilmiş, 1873 yılında da strüktürel problemler baş gösterdiği için yapı Torino Belediyesi tarafından Yahudi cemaatinden alınarak şehrin simgesi ve ulusal birliğin anıtı olacak bir yapı olarak ancak 1889’da Alessandro Antonelli’nin oğlu idaresinde tamamlanmıştır. 167,5 metre yüksekliğiyle o zamanlar Avrupa’nın en yüksek tuğla binası olma özelliğine sahiptir.
Panoramik asansör 1961 yılında açılmış ve günümüzde dahi ziyaretçiler 85 metre yüksekliğindeki panoramik terasa çıkıp muhteşem Torino manzarasına şahit olmaktadır. Teras, 1999 yılında yenilenmiştir. Asansöre binmek istemeyen ziyaretçiler ayrıca kubbe merdivenlerinin boşluğu boyunca panoramik terasa kadar yürüyerek tırmanabilirler.
1941 yılından beri sinema ile ilgili geniş bir arşiv biriktiren ve bir ulusal sinema müzesi fikrini geliştiren Prolo, 1953’te arşivini FIAF’ın (Uluslararası Film Arşivleri Federasyonu) bir üyesi yapmıştır. Sinema Müzesi Chiablese Sarayı’nda 1958 yılında açılmış, 1985 yılına kadar orada sergilenmiştir. Bu arada Prolo Vakfı olarak hizmet veren müze 1992 yılında geniş arşivleri ve sergileri için yer arayışına girmişler, Mole Antonelliana’nın tahsisi ile detaylı bir restorasyon çalışmasından sonra müze daha da geniş bir içerikle 2000 yılında bu binada açılmıştır.
Sinemaya adanmış bir vakıf eseri olan bu müthiş ve eşsiz müzeyi ve Torino’nun her yerinden görülen ve simgesi olan Mole Antonelliana’yı gezmenizi, yüksek kubbeli iç mekanında koltuklara uzanıp hayatımızı şekillendiren filmleri seyredip, insanlık tarihi boyunca hayal güçleri ile geleceğe ışık tutan tüm ustalara selam göndermenizi diliyoruz.
Ayrıca İlgili Linkler:
Torino Gezilecek Yerler Listesi
Torino Fotoğrafları
Sinema Tarihi – Rekin Teksoy
Torino Ulusal Müzesi Resmi Web Sayfası